GÜNDEM
Ahmet Anapalı: CHP Döneminde Cami Hiç Ahır Ya da Meyhane Oldu mu?
Bu soru bana ait değil. CHP’nin tek parti şeklinde bu ülkeyi idare ettiği senelerde garip ama tuhaf Cumhuriyet Gazetesi’nin haberleştirdiği bir skandaldır.
Tek parti döneminde yapılan yüzlerce icraat bugün bile yaşı yetmişin üzerinde olan insanlar tarafından bir travma şeklinde gençlere aktarılmakta ve bugününüze şükredin çocuklar biçiminde nesilden nesile ifade edilmektedir. İyi ama, gerçekten tek parti dönemi icraatları bu kadar fena ve unutulmaz mıdır?
Bugün CHP’lerle bile konuşsanız asla kabul etmeyecekleri bir şey var o da camilerin cami dışında başka amaçlarla kullanılması. İşte bu CHP’lilerin bile her fırsatta reddettikleri kabullenmedikleri icraatların başında bu gelmektedir.
Tek parti döneminde yani 1923 ile 1950’li seneler arasında bu ülkede yapılan icraatların en fenası olan ve İsmet İnönü döneminde yoğunlaşan camileri kapatmak, “depo”, “ahır”, “lokal”, hatta “tuvalet yapmak” cinayetidir.
İstanbul’un 1453’de müslümanlar tarafından fethedilmesinin bir nişanesi olan Ayasofya Camii, 24 Kasım 1934 tarihinde Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye çevrilmiştir. Bu durum, hukuka aykırı ve millî iradeye zıt düştüğü için tarihî onurumuzu yaralamıştır. Bu faaliyet hiçbir hukukî dayanağı olmadıktan başka, milletimizin bağrına saplanan bir hakaret hançeri işlemidir.
Ayasofya, 24 Kasım 1934 tarihinde çıkan bir Bakanlar Kurulu kararı ile müze olmuştur. Fakat, işin enteresan tarafı, altında Atatürk’ün imzası bulunmaktadır. Atatürk’ün o dönemlerde attığı imzalara bakılacak olursa, bu kararnamenin altındaki imzanın başka kararnamelerdeki imzalara pek benzemediği çok rahat görülebilir. İmzalar krizinin ülkemizi sardığı bugünlerde bu durum gerçekten hayretlere şayan bir durumdur. [1]
Şimdi sıkı durun size gözlerinize ve kulaklarınıza inanamayacağınız bir şey söyleyeceğim. Osmanlı sanatının zirve eserlerinden biri olan Sultanahmet Camii, İsmet İnönü zamanında yani 1939 ile 1945 tarihleri arasında, Anadolu’dan toplanan Trakya sınırına gönderilecek olan erlerin sevkiyat durağı (geçici yığınağı ve barınağı) olarak kullanılmıştır.[2]İnanması zor ama ne yazık ki hakikat…
O muhteşem yapının içinde altı sene boyunca aralıksız olarak ocaklar yakılmış, yemek pişirilmiş, çamaşır kazanları kaynatılmıştır. Bu arada şaheser çinilerin çok büyük bir kısmı, yanmış, dökülmüş veya kararmıştır. Üstelik bu tarih katliamının karşısında İnönü döneminin her hareketini savunmayı üstüne vazife bilen o malum güruhtan bir zevat, bu durumu kabul etmekten başka çare bulamayarak, “evet camileri öyle yaptık ama hele bir sorun neden yaptık” ciddiyetsizliği içerisinde çalınan minareye kılıf aranırcasına bu çirkinliği savunmaya kalkışmıştır.
Camilerin meyhane veya ahır yapılması gibi uç örnekler üzerinden tartıştığımız meselenin böyle bir çerçevenin içinde durduğunu bilmekte fayda var. Yani camiler kazara ahır veya depo ya da cezaevi yapılmış değildi. Devrin zihniyeti böyleydi. Mesela Bugün tekrar inşa edilmiş olan Sirkeci Garı’nın bitişiğindeki Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii yıktırılarak yerine ne yapılmıştı dersiniz? Durun ben söyleyeyim; “Sazevi” yapılmıştı.
Bu katlima, bu şuursuzluğa devrin tek parti gazetesi bile dayanamamış isyan etmiştir. 20 Nisan 1936 tarihli
“Cumhuriyet”in haberi şöyle:
“Bu ne insafsızlık. Seferihisar’da tarihî bir cami ahır yapılmış!”
Habere göre İzmir Seferihisar’da bulunan Hereke köyündeki II. Bayezid zamanından kalma bir tarihî cami tahrip edilmiş ve ahır haline getirilmiştir. Sadece cami değil, medrese ve kütüphanesi de bulunan bu viranenin bazı parçaları inşaatlarda kullanılmıştır
habere göre. İşte Tek Parti Dönemindeki Camilerimizin Hali;
Sultanahmet Camii kapatılarak senelerce asker alma dairesi yapılmıştı. İçinde askerler yatıp kalkıyordu. İbadet yasaktı.
Diyarbakır Ulucamii depo yapılmıştı. Halk Ramazan’da olsun teravih kılmak için açmalarını istemişti ama Ankara’daki devletlulardan haber gelmişti, ‘Evlerinde kılsınlar’ diye!
Bursa’daki Alacahırka Camii’nin askeriyeye verildiğini, onların da camiyi yıllarca ahır olarak kullandıklarını bugün bile o mahallede yaşayanlardan hatırlayanlar var.
Öte yandan 23 Temmuz 1940 tarihli “Yenigün” gazetesi Hatay’da hangi caminin kaç liraya satışa çıkarıldığını ilan etmiş. Buna göre Halebi Osmaniye Camii’ne 400, Kurmalı Mescid’e 120, Kantara Camii’ne 50, Sadık Efendi Mescidi’ne ise 100 lira değer biçilmiştir.
Hülasa, Hani Amerikalı askerlerin Bağdat’ta, ayaklarındaki botlarla bir camii’nin içinde yerlere uzandıkları görüntüsü İnternete düştü ve hepimizin yürekleri burkuldu ya, işte o Amerikalı askerler gibi bu memleketin askerleri de 1939 ile 1945 tarihleri arasında, tek partili dönemin ülkeye hakim olduğu seneler içerisinde tam 6 sene o güzelim Sultanahmet Camii’nin içinde bile yatmış-kalkmış ve olmaz işler yapmışlardır…
Bu vebal sanırım birilerinin başını öteki dünyada çok fena ağrıtmıştır veya ağrıtacaktır…
Vesselâm…
1590’lı yıllarda Kâtip Mustafa Çelebî tarafından inşa edilen ve Beyoğlu ilçesi Kâtip Mustafa Çelebî mahallesi Çukur Çeşme Sokağında bulunan ve mahalleye adını veren Kâtip Mustafa Çelebî Camii, şu anda İstiklal Meyhanesi olarak kullanılıyor. 350 yıllık caminin yerine yapılan İstiklal Meyhanesi’nde, içki içiliyor, dansöz oynatılıyor.
Magosa’daki tarihi Lala Mustafa Paşa Camii
Yatakhane olarak kullanılan bir cami
1935’deCumhurbaşkanı Atatürk’ün imzası ile satışa sunulan Elazığ Harput’taki 3 caminin açık arttırma ile satış ilanı.
1947’de yani CHP’nin tek parti iktidarı ile ülkeyi yönetirken Vakıflar Genel Müdürlüğü belirli aralıklarla işte böyle satılık camilerin isimlerini gazetelerden açıklardı.