GÜNDEM
Vatan Haini Radikal İslamcı Şeyh Said’in Gerçek Yüzü
Şeyh Said övgüleriyle dolu bir yazı akışı devam ediyor. Cumhuriyet karşıtı bölücü ayaklanmanın lideri olarak lanse edilen Şeyh Said, kimi zaman İslam Şehidi, kimi zaman kahraman olarak takdim ediliyor. Ancak gerçek, bu övgülerin üzerine inşa edilen yalanlarla örtülüyor.
Şeyh Said’in Türk kanını dökmeyi helal bilen, bölücü bir figür olduğu gerçeği göz ardı ediliyor. Özellikle Kürtçü bölücü düşünceye sahip olanlar, siyasi partiler ve kendini din adamı olarak tanımlayan bazı kişiler, Şeyh Said’i kahramanlaştırmaya çalışıyor.
Ancak gerçek, Şeyh Said’in isyanının arkasında, bölgede kurulan Şark İstiklal Mahkemesi’nin Savcısı Ahmet Süreyya Örgeevren’in ifadeleriyle aydınlanıyor. Örgeevren’in mahkeme dışında yaşadığı diyaloglar, Şeyh Said’in aslında ne kadar radikal ve Türk düşmanı olduğunu gözler önüne seriyor.
Örgeevren’in ifadelerine göre, Şeyh Said’in asıl amacı, İslam adına değil, bölgesel bir Kürdistan davasıydı. İslam’ı bu dava uğruna aracı olarak kullanan Şeyh Said’in gerçek niyeti, Türk düşmanlığı ve bölücülükten ibaretti.
Örgeevren’in Şeyh Said ile yaptığı diyaloglarda, isyanın planlı ve önceden organize edilmiş olduğu, bölücü düşünceye hizmet ettiği açıkça ortaya çıkıyor. Şeyh Said’in, özellikle Musul meselesi üzerinden İngilizler tarafından desteklendiği iddiaları, dönemin Türkiye-İngiltere ilişkilerine de zarar vermişti.
Şeyh Said’in gerçek yüzünü gözler önüne seren bu belgeli yazı, onun İslam adına değil, kendi bölücü çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini açıkça ortaya koymaktadır. Cumhuriyet düzeniyle birlikte kaybettikleri imtiyazları, sömürü alanlarını ve ayrıcalıklarını geri kazanma çabası, Şeyh Said ve benzerleri için asıl motivasyon kaynağıdır.
Atatürk’ün, “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur.” sözleri, Şeyh Said’in ve onun gibi düşünenlerin gerçek niyetini ve Cumhuriyet düşmanlıklarının temel motivasyonunu anlamamıza yardımcı olmaktadır.
Binbaşı Kasım Bey’e soruldu:
– Kasım Bey sen anlat..
Şeyh Sait «Piran’a» yollardan geçerken neler söyledi, neler yaptı?.
– İşittiklerim odur ki, Şeyh Sait din için kıyam farz oldu demişti.
Bir Türk öldürmek, yetmiş gâvur öldürmekten efdaldir demiş.
Reis, Şeyh Said’e hitabetti:
Şeyh Sait Efendi sana din bunu mu emrediyor?!..
-Sükut..
– Hükumetin askeri olunca kanı helaI mı olur size.
Bunlar Müslüman değil midir?.
– Belli, onlar da Müslümandır.
Fakat ben, hükumete vuruyordum.
Onlar hükumetin askeri değil miydi?
Şer’an helal olurdu.
***
“Şeyh Sait ile gayri resmi birçok konuşmalarımız oldu.” diyen Örgeevren,
mahkeme dışında Şeyh Said’ley yaşadığı bir diyaloğu da şöyle anlatıyor:
“Seyh bir an dikkatle yüzüme baktı ve hemen başını öne eğerek
daha uzunca bir müddet düşündü ve nihayet konuştu.
– Şeriat hükümlerinin hükumetimiz tarafından tatbik edilmesini temin etmek düşüncesi;
benim başımda yaşayan bir fikir ve arzu idi.
Bunu icabında söylemekten de ihtiraz etmezdim.
Fakat böyle olsun diye kimseye bir şey söylememişem.
– Nasıl olsun diye? Anlayamadım Şeyh Efendi.
-İşte bu isyan denilen vak’aya ait bir kavil ve karar olmamıştı.
-Mastfip Yusuf Ziya ve Cibranlı Halit size kıyam için teklifte bulunmuşlar ve
Bitlis’deki askere ait cephaneliği ele geçireceklerinden falan da bahsetmişler.
Yusuf Ziya size de gelir, gidermiş. Muşlu Nuh Bey falan da böyle bir hareket taraftarı imişler.
Siz bunlardan haberdar olduğunuzu da inkar etmemişsiniz ya..
– Onların fikri, davası başka idi.
– Ne gibi bir dava?
– Kürdistan davası..
Kürt hükumeti kurmak istediklerini Yusuf Ziya Bey’den duymuşem.
Bu bahsi daha genişletip derinleştirmekten bir fayda umulamazdı.
Şeyh Efendi kendinin apaçık meydanda olan ihtilal hareketlerinin
Piran’a ziyaret seyahatinden önce tertip ve tasmim edilmiş olduğunu bile katiyen ve
külliyen inkâr ediyordu.
Nerede kaldı ki, Kürtlük davasında müşterek ve hemfikir olduğunu söylesin bana ..
Şeyh sözümü kesti ve derin bir tevekkül ve inanç içinde;
– Sizin kamil iman sahibi bir Müslüman olduğunuza kanaatim var.
Merhametinizden de eminim..
Şu halde bizi affetmek olmaz mı?»
diyerek niyazkar bakışlarla ağzımdan çıkacak cevaba intizar ediyordu.
Cevap verdim:
– Ben, Şeyh Efendi hazretleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
salahiyeti kazaiyesini bilfiil istimal ve icraya mezun ve memur olan
Şark istiklal Mahkemesinin kanunla mukayyet olan hukuk esas ve
kaidelerine riayete mecbur, muayyen salahiyetli ve mesul müddeiumumisiyim ..
Mahkememizin adaletine ve kanuna riayetkâr olduğunuza inanınız.
Kanun ve adalete muhalif hiçbir muamele olmaz, haksız bir karar verilmez…
Hafifçe titreyen dudaklarını biraz burktu ve:
– Ben, dedi adalet istemiyorum.
Merhamet, atifet, af istiyorum ..
Adalet tatbik olunursa benim halim nice olur? ..
Ben, sizin buyurduğunuz gibi uzak bir mahalde, bir şehirde ikamete memur kılsalardı..
Onu isterdim…