Connect with us

DÜNYA

A’dan Z’ye İbni Arabi Gerçekleri! İBNİ ARABİ’NİN KÜFÜR VE ŞİRK SÖZLERİ !

A'dan Z'ye İbni Arabi Gerçekleri! İBNİ ARABİ'NİN KÜFÜR VE ŞİRK SÖZLERİ !

Baykuş internet haber A’dan Z’ye İbni Arabi Gerçekleri! İBNİ ARABİ’NİN KÜFÜR VE ŞİRK SÖZLERİ ! Tarikat ehli insanların dilinden düşürmediği ve bir çok kitabını okuttuğu ibni arabi’ye ait olduğu iddia edilen sözler..

“Bu kitap, nefis arzularından münezzeh ve içine fesad karışmamış olan en kudsî makamdan indirilmiştir. Çünkü ben ancak bana ilham olunan şeyi söyledim ve bu yazılı kitapta ancak bana indirilmiş olan hakikatleri dile getirdim.”

(Fusûsül Hikem. Muhyiddin-i Arabî.)
___________________________

“Söylediğim her şeyi, bana Tanrı haber verdi, O , bana imlâ ediyor ve ben bunları kendi elimle yazıyordum, Benim lisânım, Hakk’ın lisanıdır, sözüm O’nun sözüdür.”

(El Futûhât El-Mekkiyye. Muhyiddin-i İbn Arabî)
___________________________

Allâh bana hamd eder, ben de O’na hamd ederim, O bana ibadet eder, ben de O’na. Bir halde ben O’nu ikrâr eder ve eşyâdaki çokluk ve değişikliği görünce inkâr ederim. Bizden nasıl vazgeçebilir? Ben O’na müsaade eder ve O’nu zuhur alanına çıkarırım.”

(Muhyiddin İbn Arabi, Fususu’l-Hikem, 83. Bosnevi, 1, 384-385)
___________________________

“Sen kulsun ve sen ilâhsın; kulluğun kimin kulu olduğunu bildiğin içindir. Sen ilâhsın ve kulsun; çünkü sözleşmenle kendini ilâha bağladın. Şahsın taşıdığı her akîdeyi o akâdeden başka inancı olanlar çözebilir.”

(Muhyiddin ibn arabi: Fususu’l-Hikem: s.101)
___________________________

“Vakit olur ki kul Rabb olur şüphesiz, vakit olur ki kul kul olur şüphesiz.”

(Muhyiddin İbn Arabi, Fususu’l-Hikem, 90. Bosnevi, 1, 433)
___________________________

“Bizler Allah’ın zahiri suretleriyiz, O’nun tecellisiyiz. Alem ve kevn aslında bir hayal olduğu için biz O’yuz.”

(Muhyiddin İbn Arabi, Fususu’l-Hikem, 159. Bosnevi, 345)
___________________________

“Halık ile mahluk bir tek şeydir.”

(Muhyiddin İbn Arabi, Fususu’l-Hikem, 78)
___________________________

“Küfür ve isyan ehli cehenneme girseler de, orada kendileri için bir zevk ve lezzet vardır. O da onlar için bir cennettir.

(Muhyiddin ibni arabi: Fususu’l-Hikem, s.94)
___________________________

İbni arabi bir şiirinde ise şöyle der:

“Nebilik makamının derecesi Rasûlün üstünde ve velinin altında bir yerdir.”

(Şerhu Akidetü’t-Tahaviye,II/743.”)

 

***

 

Fususul-Hikem kitabı üzerine ve İbn Arabi,yi tekfir Eden Alimler ۞

Fususul-Hikem : İbn Arabi bu kitabında Tevhid Akidesini iptal edici ve insanın vücudunun Allah’ın vücudunun bir sureti, hatta bütün alemlerin O’nun sureti olduğunu, alemlerin O’nun vücudunun ayn’ı olduğunu söyler. Daha kitabının başında Allah’ın Rasulü’nü (sallallahu aleyhi ve sellem) yalan, dalalet ve küfrüne şahid tutmaktan utanmayan bu İsmailileşmiş ve Batınileşmiş bid’at ve dalalet önderi, kitabında tüm peygamberleri yalanlayıcı ve hatta Kur’an,ı tekzib edici meselelere değinir.

Bunun için yüzlerce muctehid, fakih, muhaddis, usulcü ve ilim ehli onu tekfir etmişlerdir. Bunun için ayrıntılı bilgi almak isteyen Burhanuddin el-Bikai’nin Tenbihu’l-Gabiyyi İla Tekfiri İbn Arabi ile Şeyhulislam Mustafa Sabri Efendi’nin Mevkıfu’l-Akli ve’l İlmi ve’l-Alimi Min Rabbi’l-Alemin ve İbadihi el-Murselin (c.3,190,274) Daru İhyai’t-Turas el-Arabi, 3.bsk.1413/1992) adlı eserine başvurabilirler.

Burhanuddin el-Bikai, Tenbihu’l-Gabiyyi İla Tekfiri İbn Arabi adlı kitabında İbn Arabi,nin bu inancı yüzünden İbn arabiyi tekfir edenlerin isimlerini zikretmiştir bizde bu isimleri burada zikrediyoruz :

1-۞Zeynuddin el-Iraki
2-۞Ebu Zur,a Veliyuddin Ahmed İbn Zeynuddin
3-۞İmam el-Mizzi (H.654/724)
4-۞Yusuf İbnu,z-Zeki Abdurrahman İbn Abdilmelik Ebu,l-Haccac Cemaluddin
5-۞İmam Ebu Ali İbn Halil es-Sukuti
6-۞İz İbn Abdusselam
7-۞İbn Ebi,l-Kasım es-Sulemi
8-۞Şihabuddin Ahmed İbn Yahya İbn Ebi Halce et-Telamsani el-Hanefi
9-۞Bedruddin Huseyn İbnu,l-Ehled Seyfuddin İbn Abdullatif İbn Balaban es-Suudi es-Sufi
10-۞Takıyuddin Ebu,l-Feth Muhammed İbn Ali el-Kuşeyri İbn Dakik el-İyad (H.625-702)
11-۞Ebu,l-Feth el-Ya,muri
12-۞es-Salah Halil es-Safdi
13-۞Ebu,l-Feth İbn Seyidi,n-Nas
14-۞Muhammed İbn Muhammed İbn Ali İbn Yusuf (İbnu,l-Ceziri) eş-Şafi
15-۞İmaduddin İsmail İbn Kesir
16-۞Takiyuddin Ebu,l-Hasen Ali İbn Abdi,l-Kafi es-Subki
17-۞Kutbuddin İbnu,l-Kastallani
18-۞İmaduddin İbn Ahmed İbn İbrahim el-Vasiti
19-۞Burhanuddin İbrahim İbn Mu,dad el-Cu,beri
20-۞Zeynuddin Ömer İbn Ebi,l-Harem el-Kittani eş-Şafi
21-۞Müfessir Ebu Hayyan Muhammed İbn Yusuf el-Endulisi
22-۞et-Takiyy el-Hisni
23-۞Takiyuddin el-Fasi
24-۞Bahauddin es-Subki
25-۞Alleme Şemsuddin Muhammed el-Ayzeri eş-Şafii
26-۞Şerefuddin İsa İbn Mes,ud ez-Zevavi el-Maliki
27-۞İmam Nuruddin Ali İbn Ya,kup el-Bekri eş-Şafii
28-۞Alleme Necmuddin Muhammed İbn Akil el-Balisi eş-Şafii
29-۞Cemaluddin Abdullah Yusuf İbn Hişam
30-۞Lisanuddin Muhibb İbn,l-Hatib el-Endelusi el-Maliki
31-۞Şemsuddin Ebu Abdillah Muhammed el-Mevsıli eş-Şafii
32-۞Şemsuddin Muhammed İbn Ahmed el-Bisati el-Maliki
33-۞(Mısır kadısı) İmam Şuhabuddin Ebu,l-Fadl Ahmed İbn Hacer
34-۞Şeyhulislam Siracuddin Ömer İbn Reslan el-Bulkini
35-۞Allame Burhanuddin es-Sefakisi
36-۞İmam Şemsuddin Muhammed İbn Ahmed İbn Osman ez-Zehebi
37-۞Seyfuddin İbnu,l-Mecd Ali el-Hariri
38-۞et-Tac el-Baranbari
39-۞İbrahim er-Rakki
40-۞Ebu Zeyd Abdurrahman İbn Muhammed el-Hudari İbn Haldun
41-۞İmam Radiyuddin Ebu Bekr İbn Muhammed İbn Salih el-Cibliyy (İbnu,l-Hayyat eş-Şafii)
42-۞Kadı Şihabuddin Ahmed İbn Ali en-Naşıri
43-۞Alauddin Muhammed İbn Muhammed el-Buhari el-Hanefi

Bu İmam ve muctehidler tarafından İbn Arabi tekfir edilmiştir.

(Kaynak: el-Bikai,Tenbihu’l-Gabiyyi İla Tekfiri İbn Arabi

 

Alimlerin İbn Arabi Hakkındaki Görüşleri:

Şeyh AIlame Cezeri(20) , Muhiddin Arabi gibi adamların yazdığı kitapların okunmasını haram kabul ediyor. Cezeri diyor ki: “Nasıl olur da: Rabb, Hakk’tır ve Kul da haktır” tü¬ünden bir söz tevil olunabilir. Yine: “Allah’ı gereğince bilenler, ancak Muattıla ve Mücessime görüşünde olanlardır” türünden sözlerin hiç bir tevili olabilir mi?

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“O’na benzer hiçbir şey yoktur.” (Şura: 42/11) İşte ayetin bu yönü Muattıla görüşünde olanlara bir ce¬vap oluşturuyor.

“O işitendir, görendir.” (Şura: 42/11) ayetin bu bölü¬mü de Mücessime’ye karşı bir delildir.

Yine bu adamın: “Tapınılan hiçbir kul yoktur ki O ancak Allah’tır.” tarzındaki sözüne gelince. Allah (c.c.) şöyle bu¬yuruyor:

“Rabb’in ancak kendisine tapmanızı emretti.” (Isra: 17/23)

Bence bu adam akli dengesini yitirdiğinden dolayı bu tür saçmalıkları öne sürmüştür. Bu türden bir saçmalıkta bulunan bir kimsenin kafirliğini kabul etmeyenin kendisi kafirdir. Bu adam hakkında iyilik düşünen, bir kimsenin durumu şu iki halden başkası olamaz: Ya bu adam saftır, söylenen sözün ne anlama geldiğini bilmiyor ve böyle diyeni sofi olarak kabul ediyor, ilminin çokluğunu ve içtihadını aşan bir şekilde büyütmekte olduğundan bu kimse hakkında iyi zan beslemekte ya da bu adamı zındık ve herşeyi mübah sayan biri olarak kabul etmektedir. Bu durumda Hulul görüşüneinanıyor, vahdeti vücut inancına bağlı kalıyor. Bu sözünden de onun müslüman olduğunu anlıyor.Eğer Muhiddin Arabi gerçekten bu sözü söylemişse ve bunun zahirine inanarak ölmüşse, bu durumda bu adam Yahudilerden, Hıristiyanlardan daha necis ve murdardır. Çün¬kü Yahudi ve Hıristiyanlar böyle bir şeyi söylemiş olsalar da onlar her kadını helal saymıyorlar.
Bunun sözünü tevil etmeye gerek yoktur. Ancak Mu¬sa’nın (ki bu da peygamberdir) sözü tevil olunur. Dış yönü itibariyle küfür olan her sözün tevil yönüne gidilmesi halin¬de, hiçbir kafir bulunmaz. İbn Arabi Fütuhat adlı kitabında bunu söylemiştir. Aslında bu söz ilk bakışta tevili de caiz ol¬mayan bir sözdür.”
Şeyh Alauddevle es-Semnani, İbn Arabi hakkında şöyle diyor: “Aklı başında bir insan, bu türden bir saçmalığı Al¬lah’a (c.c.) nisbet edemez. Bundan dolayı, kesinlikle Allah’a(c.c.) dön ve nasuh anlamında bir tevbeyle tevbe et. Bu öy¬lesine bir saçmalıktır ki, bundan Dehriler. Tabiatçılar, Yu-nanlılar ve Şekmaniler bile uzak durmaya çalıştılar.
Kim, Allah’ın (c.c.) varlığının vacipliğine iman etmez¬se o kimse kafirdir. Kim de O’nun, vahdaniyetine inanmaz¬sa o gerçekte müşriktir. Kim de O’nun tüm mümkünlerden ve mümkünlere ilişkin herşeyden uzak olduğuna iman etmez¬se, bu da zalimdir. Çünkü böyle inanılmaması halinde, O’nun kemaline yaraşmayacak bir şey O’na nisbet edilmiş olur.

  • İmam Fahruddin Razi diyor ki: “Kendi varlığını üstün gören İbni Arabi, hiçbir zaman Allah’a (c.c.) ibadet etmez. Çünkü o, kendi düşüncesinde canlandırdığı surete tapar.Allah (c.c.) da bu gibi şeylerden yüce ve münezzehtir.”
  • Aliyyul Kari diyor ki: “Vücudiye görüşüne sahip olan¬lar da aynı şekilde bir tapınma içindedir.”
  • Abdulaziz b. Abdusselam’a(21) Muhyiddin Arabi hakkı¬nda bir soru sorulmuş oda cevap olarak “O kötü bir şeyhtir, aşırı bir yalancıdır. Alemin ezeli olduğuna inanır ve her kadınla beraber olmayı mübah sayar.”
  • Allame b. Nureddin; büyük bir cilt eseri sırf bu konu¬ya ilişkin olarak kaleme almış, bu eserinde Muhiddin Ara¬bi’ye reddiye yazmıştır. Kitabına da: “Keşfu’z-Zulmeti an Hazibi’I-Ummeti” (Bu ümmetten karanlığı kaldırmak} diye isim vermistir.
  • Kamus sahibi(22)bir fetvasında, İbn Arabi’yi överek şöy¬le diyordu: “Doğrusu İbn Arabi‘nin daveti yedi kat goğü ya¬rar geçer. Onun davetinin bereketi, tüm ufukları doldurur ve o mutlak anlamda tüm yaratılanların en faziletlisidir. Onun yazdıklarına gelince onun yüce, yazdıkları şeriat ilimlerinin yararlılarının en yücesidir”

Kamus sahibi ya İbn Arabi‘nin sözleriyle neyi ifade et¬mek istediğini anlamamıştır veya o da aynı görüşü paylaş¬maktadır,Firuz Abadi şöyle demektedir İbn Arabi’nin söyledikle¬rinden gerçekte neyi kastettiğini anlamayan ve kavramaktan aciz olan fakihler alimler, Ibn. Arabi’nin sözlerini dukduklarında,hemen redde kalkıştılar. Onu bidatçılıkla suçla¬dılar. Onu kötülediler Çünkü bu adamlar İbn Arabi’nin ne söylediklerini anlamaktan yoksundurlar Oysa Ebu Hureyre(r.a.) ki ümmetin içerisinde en çok hadis bilendir- o bile şöy¬le söylemiştir:

“Rasulullah’tan (s.a.v) iki kap ilim aldım (hıfzettim) Bu ikisinden birini yaydım. diğerini ise: eğer yaymış olsay¬dım kesinlikle benim şu boynum vurulurdu.”(23)

Işte Ebu Hureyre ‘nin burada işaret ettiği şey: zahir ehli¬nin bilemeyeceği hakikat ilimleridir. Çünkü yüce Allah bunu has kullarından sıddıklara, mukarreb ediblere ait kimmiş¬‘tir.” Biz bu gözleri büyük bir hata ve yanılgı olarak yorum¬luyoruz Bunu iki yönden ele alıp inceleyecek olursak:

1- Öncelikle, hatırı sayılır alimler İbn Arabi ‘yi reddetmişlerdir.

2-Yukarıdaki hadisin sahih oluşunda her hangi bir şüphe yoktur. Ancak Kamus sahibi buradaki manasını yorumlarken, yanılgıya düşmüştür. Ona göre: Rasulullah (sa.v.) güya Ebu Hurevre’yi öyle bir ilimle tahsis etmiş ki, bu ilmin görünürde şeriate aykırı düşmesi nedeniyle açıklamasını caiz görmemisti. Bu, oldukça yanlıştır. Çünkü, tüm fakih¬ler, şeriatle çelişen ve şeriata aykırı gelen her hakikatın cahillik ve zındıklık olduğunda icma etmişlerdir. Kaldı ki Ebu Hurey¬re’nin (r.a.) kendisi böyle bir ilimle şöhret bulmuş bir sahabi de değildir. Hicbir kimse de ulema ve hadisin senedinde¬ki rical yoluyla böyle birşeyi aldığını bildirmemiştir. Oysa ki bu konuda tasavvuf ile ilgili olan yaygın kanı, hal ile il¬gili olan Ebu Bekir’e (r.a.) dayandırılır. “Kal” ile ilgili olan da Ali Murtaza’ya dayandırılır. Ebu Hureyre’nin ismi bun¬lar arasında geçmez. Tarikat silsilesi Ebu Bekir (r.a.) ile Ali’ye (r.a.) dayandırılıp bu ikisinde son bulmaktadır.

Yukarıda geçen hadisle ilgili olarak doğru bir ifade söylenecekse, Ebu Hureyre (r.a.)’nin kendisi Rasulullah’tan (s. a. v.) nakledilen bazı hadislerin, Umeyyeoğulları aley¬hinde olduğunu dinlemiştir. Ümeyyeoğulları hakkında Rasulullah’tan (s. a.v.) dinlediklerini açıklaması durumunda, Yezid tarafından canına kıyılacağından endişeliydi, eziyet ve işkence korkusu vardı. İşte bu baskılar yüzünden her bildiğini söyleyemediğini belirtmek istiyordu. Dolayısıyla Ebu Hureyre bildiği şu şeyleri, herkese değil de, çok güven¬diği bazı kimselere söylemiştir.(24) Bunu da söylerken; Ra¬sulullah’ın (s.a.v.):

“Kim bir ilmi (bildiği bir gerçeği) gizlerse, Kıyamet Gününde ateşten bir gem ile gemlenir.”(25) hadisinin kap¬samına girmemek için açıklamıştır.

İrşad adlı kitabın yazarı İbn el Makarri (veya Mukri) “er- Ravd” adlı kitabın metnınde şunları söylüyor: “Doğrusu yahudi, hristiyan ve İbn Arabi taifesinden olanları tekfir etmekte kuşkuya düşen kimse kafir olur.”

İbn Arabi’nin kendisi, söylemiş olduğu sözün tevil edil¬mesinin gerekli olmadığını, bunda tevile gidilmeyeceğini, gerçek manada söylediğini aktanyor.

Diğer taraftan müslümanın, Kur’an’ın ve Sünnet’in ken¬disiyle indirildiği bir dilin terimlerine aykırı olarak onun ku¬rallarına uymayacak şekilde bir terim üretmesi caiz olabi¬lir mi? Öyle bir durumda şeriat kurallarına uygun olan lugavi bir hakikat mecazi manaya dönüşür. Sonradan ortaya konan terimler uydurma oluşlarına rağmen örfte hakikat yerine geçmeye başlar. O halde herhangi bir müslüman kalkıp “Firavun: ‘Ben sizin en yüce Rabbinizim.”’ (Na¬ziat: .79/24) derken burada doğru olarak bunu söylüyordu, o bunda doğruydu, bu aycfle yer alan Rab ifadesi Melik ya¬ni kral manasındadır. Bu da onun onların ‘tüm sultanların sultanı büyüklerin büyüğü olduğunu ifade eder diyebilir mi?

Ayrıca, “İbn Arabi‘nin velayetine dair bir grup icmada bulunmuştur. Bunlar Allah’ı (c.c.) bilen kimselerdir. Bun¬ların başında da İbn Ataullah2’ ve Şeyh Yafii(27) gelir” sözü¬ne gelince; bu geçersiz bir sözdür. Çünkü Şeyhulislam İzzüddin Abclusselam ve diğer değerli İslam alimleri bu tür bir ifadeyi kabul etmemişler, açıkça onun (İbn Arabi ‘nin) zın¬dık olduğunu söylemişlerdir.

Şimdi iki farklı grubun şözlerinin arasını bulmak noktası¬na gelince: Birinciler İbn Arabi’nin sözünü gereğince kavraya¬madılar ve maksadını da bilemediler. Bizler ancak zahire göre hüküm veririz. İç alemi, bilen de yalnızca Allah’tır (c.c.). Muhiddin Arabi’nin sözü, kuşkusuz batıldır. Çünku haktan son¬ra sadece sapıklık vardır. Durumları en iyi bilen yüce Allah’tır.

Şeyhulislaın İbn Abdusselam’ın İbn Arabi hakkında “O doğru ve samimiydi.” sözü yalandır.

Cezeri, Şeyhulislam İbn Abdusselam’ın: “O bir zındıktır.” dediğini rivayet eder.

İlk ifadenin doğruluğu varsayılsa bile, bu ondan küfür gerektiren sözlerinin ortaya çıkmasından önce olabilir.

Rasulullah’tan (s.a.v.), Ali b. Musa Rıza aracılığıyla İbn Arabi’ye ulaşan hırkanın giyilmesi meselesi vardır. Saygın alimlerce, siyer ve hadis erbabınca böyle bir durum sahih de¬ğildir. Eğer bu hırka fayda verseydi münafıkların reisi Ab¬dullah b. Ubey b. Selül’e faydalı olurdu. Çiinkü o öldüğünde Rasulullah’ın (s. a.v.) hırkasıyla kefenlenmişti.

Şeyhulislam Takıyyuddin Ali b. Abdulkafi es-Sübki, Hafız Zeynuddin Iraki ve Nureddin Heysemi, Allame Muhakkik, hafız, müftü ve yazar Ebu Zur’a Ahmed b. Hafız Iraki eş-Şafii, İmam Radıyuddin Ebu Bekir Muhammed b. Salih ve Kadı Şihabuddin Ahmed b. Ebu Bekir Ali Naşiri -ki bu ikisi de Şafii mezhebindendirler- Yemen’de sayılır alimlerdendirler. İbni Arabi ve ona uyanları dalaletle ve cahillikle nitelemekte, İslam yolundan çıkmış olduklarını belirtmektedir.

Bu zikrettiğimiz alimlerden, her ne kadar açıkça İbn Arabi ‘nin adını belirtmemişlerse de, küfrüne fetva vermiş¬lerdir. Sadece açıkça isim veren zat İbn Teymiye olmuştur.

İbni Arabi ‘nin akidesinin hakikatına inanan kimse icma ile kafirdir. Bu hususta susmayı tercih edenlere gelince bu kişiler mazur değiller. Ibni Arabi konusunda mazeretli ka¬bul edilemezler. Aksine bu konuda susmaları küfürlerine se¬bep oluşturur.

Nitekim bizim Hanefi Mezhebi imamı büyük imam Ebu Hanife’nin “Fıkhu’l Ekber” adlı kitabında şöyle demek¬tedir: “Bir kimse tevhidle ilgili incelikli konularda bir poroblemle karşılaşırsa bu kişinin görevi yüce Allah katında doğru olana inanması gerekir. Sonra da bu konuda ken¬disini bilgilendirecek ve ondan sorup öğreneceği bir kimseyi bulması gerekir. Asla bu talebi ertelemesi caiz değildir. Beklemekle mazur sayılmaz. Eğer bekler ve gerçeği araştır¬mazsa küfre girer.”

kaynaklar……..
(20)muhammed bYusuf Cezeri, hatiptir. Şafii fakihlerindendir. Arapça ve şiirle ilgilenmiştir. 0, H. 711. (A’lam: 8/25)
(21) İzz b. Abdusselam, ‘Sultanu’l-Ulema” diye ün yapmıştır.
(22) “Kamusu’l-Muhit”in sahibi Firuz Abadi’dir. İbn Arabi’nin en büyük hayranıdır. İstiğbat-ul Firuz Abadi ve Fetvahu fi İbn Arabi” orta boy¬da 6 sayfalık bir risaledir.
(23) Buhari; İlim: 100.
(24) örneğin: “Ebu’I Asoğulları 36 kişiye ulaştıklarında Allah’ın dinine müdahale edecekler, Allah’ın kullarını köle edinecek, Allah’ın malına da sahiplenecekler.” Bu, Ebu Hureyre yoluyla gelen sahih bir hadistir. Bak. “es-Silsileti’s-Sahiha 74”
(25) İbni Hibban: 296, Hakim: 1/102.
(26) Ahmed b. Muhammed b. Abdulkerim b. Ataullah İskenderi’dir. Şa¬zeli tarikatındandı. bk. İbn Hacer: “ed-Durerul-Kamime, 1/273-274” Zi¬rikli, (el-Alam, 1/21 3)’de, bunun Ibn Teymiyye’ye büyük husumeti ol¬duğunu belirtiyor.
(27) Abdullah b. Esed b. Ali Yafii’dir. Tarihçi, mutasavvıf, Yemen¬li Şafii’dır. Dağlarda yapayalnız gezip dolaşmaktan hoşlanırdı. İbn Tey¬miyye’ye hasımdır. Bak. (Şezeratuz-Zeheb: 6/210-211) A’lam: (4/197)………………….alıntıdır…

 

MUHYİDDİN İBN-İ ARABÎ’DEN ALLAH’A İFTİRALAR

 

De ki: “Allah hakkında yalan uydurup iftira edenler, kurtuluşa ermezler.“(Yunus Suresi, 69)
Tasavvufçuların en meşhuru, en önde gelenlerinden biri olan İbn Arabî, sıra dışı fikir ve inançlarıyla Müslümanlar tarafından tekfir edilmiştir. Tasavvufçuların yanında önemli bir yere sahip olan Muhyiddin ibni Arabî, tasavvuf inancının iskeletini İslam dışı düşünceleriyle şekillendirmiştir. İslam dışı fikirlerini insanlara aşılama noktasında en büyük silahı, hiç şüphesiz Allah’ın dininden almış olduğu bazı söylemler olmuştur. İslam dininin bazı özelliklerini kullanarak, hakk ile batılı karıştırarak ortaya atmış olduğu birçok fikri insanlara sunup, insanların tasavvuf dinine girmesini sağlamıştır.

O sadece İslam’ın bazı düşüncelerini almamıştır. Endülüs’ten başlayarak; buranın Hıristiyanlığından ve felsefesinden, sonra sırasıyla Kuzey Afrika kavimlerinin paganik özeliklerinden, Mısır’ın eklektik düşüncesi ve inancından, Arabistan halkının İslam’ından, Anadolu ve İran Şamanizm’inden, Zerdüştlüğü’nden ve Maniheizm’inden, Suriye’nin İsmaîliliğinden çok şey alıp oluşturduğu tasavvuf düşüncesini insanlara sunmuştur. Bütün bu bölgeleri kapsayan seyahatleri, son nefesiyle birlikte Şam’da noktalanır. O, İslam’ın içindeki güzellikleri öğrenmektense, bunları İslam’dan alıp bütün bu dinlerin özünü birbirine katarak tek bir inanç oluşturmaya çalıştı. Tasavvufa şekil veren Muhyiddin ibni Arabî, tasavvuf inancının iyice karma bir din haline gelmesini sağladı. Tasavvuf öz olarak bütün dinlerin karışımıyla oluşan bir inanç sistemidir. Tasavvuf mensuplarının birçok konuda İslam’ın izlerini daha ağır bir şekilde taşımaları, tamamen, diğer dinlere göre İslam’dan daha çok şey almalarından kaynaklanmaktadır. Yani, tasavvufun iskeletini, İslam dininden aldıkları birçok inanca göre oluşturmaktadırlar. Şimdi Muhyiddin ibni Arabî’nin, İslam dinine aykırı birkaç görüşünü sunalım:

MUHYİDDİN-İ ARABİ’YE GÖRE FUSUS-ÜL HİKEM, ALLAH TARAFINDA İNDİRİLDİ

“Tâki Tanrı erlerinden ona vakıf olacak kimseler gerçek bilgiye ersinler. Çünkü bu kitap, nefis arzularından münezzeh ve içine fesat karışmamış olan en kutsi makamdan indirilmiştir.” (1)
“Söylediğim her şeyi, bana Tanrı haber verdi. O, bana imla ediyor ve ben (bunları ) kendi elimle yazıyordum. Benim lisanım, Hakk’ın lisanıdır. Sözüm onun sözüdür.”(2)
“İşte bu 586 yılında İşbiliye kabristanında bir Cuma günü namazdan sonra bize gelen âyettir. Bu sırada sarhoş (gibi) kaldım: Üç yıl müddetle namazda veya uyanıkken yahut uykuda, ancak bunu okuyabiliyordum…” (3)

Görüldüğü gibi Muhyiddin-i Arabî kendi yazmış olduğu kitabın, bizzat Allah tarafından kendisine indirildiğini söylüyor. Allah’a çok açık bir şekilde iftira atan Muhyiddin-i Arabî gibi iftiracılara, bakın Rahman ayetlerde nasıl bir cevap veriyor:
“Allah’a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya kendisine hiç bir şey vahyolunmamışken”Bana da vahiy geldi” diyen ve “Allah’ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim” diyenden daha zalim kimdir? Sen bu zalimleri, ölümün ‘şiddetli sarsıntıları’ sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: “Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah’a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O’nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azapla karşılık göreceksiniz” (dediklerinde) bir görsen.’’(Enam suresi:93). “Artık vay hallerine; kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında satmak için “Bu Allah katındandır” diyenlere! Artık vay, elleriyle yazdıklarından dolayı onlara, vay kazanmakta olduklarına…” (Bakara:79)

Allah’ın peygamberlik verdiği elçiler hariç, kim kendi yazdığı kitabın bizzat Allah tarafında indirildiğini iddia ederse bu, Allah’a atılmış çok büyük bir iftiradır. Allah’ın yapmadığı, Allah’ın söylemediği bir şey için; Allah yaptı, Allah söyledi demek Allah’a en büyük iftiradır. Allah’a iftiralarda bulunan bir insan asla kurtuluşa eremez.

MUHYİDDİN-İ ARAB’İYE GÖRE FİRAVUN’UN MÜSLÜMAN OLARAK ÖLMESİ

Nasıl ki firavun suda boğulurken Allah’ın kendisine verdiği iman sayesinde Musa onun için de göz nuru oldu. Şu halde Allah, (bu yüzden) Firavun’u pak ve temiz öldürdü. Çirkin ve fena amellerinden onda bir şey kalmadı. Çünkü Allah onun ruhunu yeni bir günah işlemeden önce ve imana geldiği anda kabz etti. Hâlbuki İslam (yani Hakk’a teslim ve onu tasdik) evvelce geçmiş olan günahları ortadan kaldırdı. Allah bu ilim ve mazhariyeti dilediğini kimse için ayet ve alamet kıldı. Ta ki hiç kimse ilahi rahmetten umutsuzluğa düşmesin. Çünkü kâfirlerden başka hiç kimse tanrı rahmetinden umut kesmez. Şu halde firavun eğer umutsuzlardan olsaydı imana yanaşmazdı. (4)

Muhyiddin-i Arabî şeytandan aldığı vahiyle Allah’a iftirada bulunmaya devam etmekte. Allah Kuran’da firavunun kâfir olduğunu, onun imansız öldüğünü söylemesine rağmen Muhyiddin-i Arabi, firavunun imanlı olarak öldüğünü söylemektedir. Kitap ehlinden hiç kimse firavunun imanlı bir şekilde öldüğünü iddia etmemiştir. Firavunun küfür üzerinde öldüğü ittifakla kabul edilen bir durumdur.

Kuran-ı Kerim’in birçok yerinde firavunun akıbeti hakkında yüce Allah bizlere bilgi vermektedir:

’’…Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Onlar, Rablerinin ayetlerini yalanladılar; Biz de günahları dolayısıyla onları helak ettik. Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulmeden kimselerdi.’’ (Enfal Suresi, 54)
Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu ve Firavun’un çevresini de azabın en kötüsü kuşatıverdi. (Mü’min Suresi, 45)
Ateş, sabah akşam ona sunulur. Kıyametin kopacağı gün: “Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun” (denecek). (Mü’min Suresi, 46)
Firavun’a ve onun önde gelen çevresine… Onlar Firavun’un emrine uymuşlardı. Oysa Firavun’un emri doğruya ***ürücü (irşad edici) değildi. (Hud Suresi, 97)
O, kıyamet günü kavminin önderliğine geçer, böylece onları ateşe ***ürmüş olur. Sonunda vardıkları yer, ne kötü bir yerdir. (Hud Suresi, 98)

Firavun ve ona uyanların hep birlikte ateşte olduklarını, Yüce Allah(c.c) bizlere bildirmişken Muhyiddin-i Arabî Allaha iftira atarak, Allah’ın bu şekilde bildirdiği bir hükmün karşısında farklı bir hüküm koyarak, Allah’ın sunmuş olduğunun dışında bir iddia ortaya atıyor. Ve firavunun imanlı olarak öldüğünü söylüyor. Muhyiddin-i Arabî’nin taraftarlarına söylüyorum: Sizce Allah mı doğru söylüyor yoksa Muhyiddin ibni Arabî mi? Siz tercihinizi Allah’tan yana mı kullanacaksınız yoksa Muhyiddin ibni Arabî’den yana mı? Hangisi sizce doğru söylüyor? Yaratan mı, yoksa yaratılan mı?

MUHYİDDİN ARAB’İYE GÖRE ALLAH (HAŞA) KULLARA MUHTAÇ OLMASI

Varlığımız onun varlığıdır. Varlığımız açısından biz ona muhtaç, nefsin de zuhuru için o bize muhtaçtır.” Ve şöyle devam ediyor: “Sen ahkâmla onun gıdası, o da varlık*la senin gıdandır. Senin özelliğin ne ise, onun özelliği de odur. Emir ondan sana ol*duğu gibi, senden de onadır. Ne var ki, sen mükellef diye adlandırılıyorsun. Gerçi halinle sen ona “Beni mükellef kıl” dediğin için seni mükellef kılmıştır. Ama o mü*kellef diye isimlendirilmez. O bana hamd eder, ben ona hamd ederim; o bana iba*det eder, ben ona ibadet ederim.(5)

“Ey insanlar, siz Allah’a muhtaçsınız, zengin ve övülmeye layık olan Allah’tır. (Fatır, 15)

Allah’ı kullara muhtaç olarak görmesi, İbni Arabî’nin nasıl da bozuk bir Allah inancına sahip olduğunu gösteriyor. Oysa Kuran’da Allah(c.c) kendini bizlere tanıtırken kendisinin hiç bir şeye muhtaç olmadığını bildiriyor. İslam ile bağdaşmıyor bu inanç, Allahın dinine tamamen aykırılık teşkil ediyor.
ALLAH’IN KENDİSİNE KULLUK ETTİĞİNİ SÖYLEMESİ
Allah beni över, ben de onu. O bana kulluk eder, bende ona… (6)
Bir vakit olur ki, kul şüphesiz Rab olur. Başka bir vakitte de, iftirasız kulluk ve derekesine iner. Kul, kulluk derekesine inerse Hak ile genişler. Rab olursa yaşayışı daralır. (7)

Allah; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şu hâlde, O’na ibadet et ve O’na ibadet etmede sabırlı ol. Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun? (Meryem 65)
Ya Rabbi! Yalnız Sana ibadet ederiz, ancak Sen’den yardım dileriz. (Fatiha 5)

“Allah beni över, ben de onu… Allah bana kulluk yani ibadet eder bende ona ibadet ederim.” Allah’ın kendisine ibadet ettiğini diyebilecek kadar Allah’a iftirada ileriye gitmiştir. Onun inancında, zaten insan bizzat Allah’ın –hâşâ- ta kendisidir. İnsan –hâşâ- Allah olduğuna göre, aslında insan ibadet ederken bizzat kendisine ibadet etmiştir. Muhyiddin-i Arabî’nin inanç şekli bundan ibarettir. Bu söylemlerinden dolayı başta İbni Teymiyye olmak üzere birçok âlim tarafından tekfir edilen Muhyiddin-i Arabî, Allahın kendisine kulluk yaptığını ve kendisinin de Rab olduğunu söylemektedir. Vahdet-i Vücud inancını ortaya atan Muhyiddin-i Arabî’ye göre, her şey bizzat Allahın kendisidir. Yani bizim Allah’a ibadet ederken –hâşâ- Allah’ın da bizlere ibadet ettiğini iddia etmektedir. Bu iddia Allah’a atılmış çok büyük bir iftiradır. Hiç şüphesiz, Allah bunların yakıştırdığı sıfatlardan münezzehtir.

GÖZLE GÖZÜKEN HERŞEYİN, BİZZAT ALLAH OLDUĞUNU SÖYLEMESİ

İbn-i Arabî’ye göre, Allah her şeydir yahut her şey Allah’tır. Çünkü vahdet-i vücut inancına göre âlemde ikilik değil, birlik vardır. Bu birlik, ya Allah’ın her şey olması yahut her şeyin Allah olmasıyla sağlanmış olmaktadır. İbni Arabi bu inancı şöyle ifade etmektedir:
Arif, hakkı (Allah’ı) her şeyde gören, belki her şeyin kendisi olarak görendir.(8)
O hakkın gölgesidir. Ondan belirdi ve her şey Hakk’a döner. O halde Âlem O’dur. Yani Haktan başka bir şey değildir. Bu takdirde senin idrakine giren her şey imkân âleminde beliren hakkın hüviyeti ondan zahir olması bakımından eşya Hakkın Vücudu’dur. (9)

Mükemmel arif, tapılan her şeyin hakkın açığa çıktığı ve kendisinde hakka ibadet edildiğini görendir. Onun için tapılan bu tanrılara taş, ağaç, hayvan, insan, yıldız, melek gibi özel ismi yanında, tapanlar onlara ilah adını vermişlerdir. (10)
Hayır, Biz, hakkı bâtılın üzerine atarız. Böylece onu mahveder. O zaman o (bâtıl), zail olmuştur. Vasfettiğiniz (Allah’a isnat ettiğiniz) şeylerden dolayı size yazıklar olsun. (Enbiya 18)

Onlar, (O’ndan başkasına kulluk edenler,) Allah hakkında doğru bir anlayışa sahip değiller; çünkü bütün yeryüzü, Kıyamet Günü O’nun için avuç içi kadar bir şey olacaktır, gökler de O’nun sağ elinde dürülmüş hale gelecek. O kudret ve egemenliğinde sınırsızdır ve onların ortak koştukları her şeyin kat kat üstündedir! Zümer 67

İslam’a göre yıldızlara tapanlar kâfir olmuşlardır. Buzağıya tapan Yahudiler de kâfir olmuşlardır. Hıristiyanlar da üç ortaklı (teslis) bir tanrıya tap*tıkları için kâfir olmuşlardır. Cahiliyle Arapları da ölenlerin putunu dikip hayatta kendilerine umut ve emellerle yöneldikleri gibi, ölümden sonra da benzer umut ve emellerle kendileriyle Allah arasında aracılıklarını sağla*mak için putlara taptıklarından dolayı kâfir olmuşlardır. Bütün bu insanlar, Allah’tan başka varlıklara taptıkları için kâfir oluyorken, acaba her şeye tapmaya çağıran İbn-i Arabî ve benzerleri için İslam’ın hükmü ne olur? Her şeye ibadete davet eden bu gibileri için ne diyeceksiniz? (11)
Fususu’l-Hikem kitabını tercüme ve şerh eden A. Avni konuk da bu anla*yışı tekit ederek Gülşen-i Raz’dan şu alıntıyı yapmaktadır: “Mademki eşya varlığının görünümleridir, o halde put da o görünümlerden biridir. Ey aklı olan adam! İyi düşün, put varlık bakımından batıl değildir. Bil ki Allah onun yaratıcısıdır. İyiden sadır olan her şey iyidir, o makamda ne var olmuşsa, hayrın kendisidir. Onda bir şer varsa, o da başkasındandır. Müslüman putun ne olduğunu bilseydi dinîn putperestlikten ibaret olduğunu an*lardı. Müşrik putun farkında olsaydı, dininde hiç dalalete düşer miydi? O, putun an*cak dış yaratılışını gördü, onun için şeriatta kafir oldu. Sen de onda gizli olan Hakk’ı görmezsen, şeriatta sana da Müslüman demezler.(12)

MUHYİDDİN-İ ARABİYE GÖRE TANRININ KADIN SURETİNDE GÖRÜNMESİ

“Erkek, kadını sevdiği zaman, onunla yatmak istemiştir. Yani sevginin sonunda meydana gelen şeyden, nikâh (kadın-erkek münasebeti), daha büyük bir kavuşma yoktur. Onun için şehvet, kişinin bütün vücudunu kaplar. Onun için kişinin yıkan*ması emredilmiştir. Oluştuğu zaman, şehvet bütün vücudu kapladığı için vücudun tamamının yıkanması istenmiştir. Şüphesiz Allah, kulunun kendisinden başka bir şeyle lezzet bulduğuna inanmasını çok kıskanır. Onun için, kendisinde fena buldu*ğu (kadın) suretine girerek, tekrar kendisine dönmesi için yıkanma (gusül) ile onu temizlemiştir. Çünkü bundan başkası olmaz.Erkek, Allah’ı kadında müşahede ederse, buna münfailde müşahede denir. Kadı*nın kendisinden zuhuru (Havva’nın Adem’den yaratılması) açısından kendisinde müşahede ederse, buna da failde müşahede denir. Kendisinden oluştuğu varlığın suretini göz önünde bulundurmadan kendi nefsinde müşahede ederse, buna da va*sıtasız Allah’tan münfail olanda müşahede denir. Allah’ı kadında müşahede etmesi tam ve en mükemmeldir. Çünkü Allah’ı fail ve münfail olarak, özellikle kendisi de münfail olarak müşahede etmektedir. Onun için Rasulullah kadınları sevmiştir. Çünkü Allah, onlarda çok mükemmel müşahede edilmektedir. Zira Allah, maddelerden soyut olarak hiçbir zaman müşahede edilmez. Allah’ın kadınlarda müşahe*de edilmesi en büyük ve en mükemmeldir. Kavuşmanın en büyüğü de nikâh (cinsi münasebet)dır.(13)
İbn Arabî’nin tanrı anlayışını bu ibarelerden çıkarabilirsiniz. İbn Arabî, tanrının en mükemmel ve eksiksiz olarak şehvet küpü haline gelen erkeğin musallat olduğu kadın olarak ortaya çıktığını söylemektedir. İffetli kadın*dan en ahlaksız ve iffetsiz kadına kadar bütün kadınların Allah’ın en güzel görünümü ve tecellisi olduğunu ifade etmektedir. Nedense meşhur tasavvufçular Allah ile kadın arasında bu ilişkiye çok hevesli ve düşkün görünmektedirler. Allah’ı kadın suretinde canlandırma yahut sevgililerini Allah suretinde takdim etme sevdası özellikle şair tasavvufçuların çok zevk aldığı bir meşrep gibi görünmektedir (14)

İNSANIN HEM TANRI HEM DE KUL OLDUĞUNU SÖYLEMESİ

Sen kulsun ve sen Tanrı’sın, kulluğun kimin kulu olduğunu bildiğin içindir. Sen tanrısın ve kulsun çünkü sözleşmenle kendini Tanrı’ya bağladın. (15)
CEHENNEMİN SENBOLİK, ACI VERMEYEN BİR YER OLMASI
Küfür ve isyan ehli cehenneme girseler de, orada kendileri için bir zevk ve lezzet vardır. O da onlar için bir cennettir. Ancak onların cennetleri Huld cennetlerinin nimetlerine benzemez. İkisi de birdir. Amma aralarında tecelli farkı vardır. Onların cennetine tatlığından dolayı azab denir. Bu azab sözü onda gizli olan lezzet için bir kabuk gibidir. Kabuk ise özü koruyan bir şeydir.(16)
“… Şayet (Allah, cehennemdekileri) cennet’e çıkarırsa, onlar muhakkak ki (bundan) azap duyarlar ve cennet’e girmek onlara zarar verir. Tıpkı, gül kokularının domuzlan böceklerine zarar vermesi gibi…”(17)

PUTA TAPAN PUTPERESTLERİN MÜSLÜMAN OLMALARI

Bundan dolayı Allah, Peygamberine dedi ki: “Onları adlarıyla söyleyin” buyurmakla (bu söz) onları puta tapmaktan alıkoymak hususunda bir delil ve hüccet oldu. Şu halde puta tapanlar, o suretleri ancak hakikaten onlara mahsus olduğunu bildikleri isimlerle adlandırdılar. Fakat hakikati olduğu gibi anlayan arifler, puta tapanların bu suretlerin ayetlerine değil ancak onlardan sezdikleri tecelli sultanın hükmüyle, o suretler de Allah’a ibadet ettiklerini bilmekle beraber suretlerden ibaret olan bu putları inkâr etmiş görünürler. Çünkü muhakkak onların ilimdeki mertebeleri iman ettikleri resulün hükmüne uyarak vaktin hükmünde bulunmalarını gerekli kılar ve onlara o suretle (Müminler-Müslüman)ismi verilir. Bu bakıma göre arifleri vaktin kurallarıdır. Eşyada tecelli eden Hakk’ı bilmeyerek onu inkâra kalkışan Mümin ise Hakk’ın cahilidir. (18)

VAHDET-İ VÜCUD İNANCI

Sen kulsun ve sen tanrısın. Kulluğun, kimin kulu olduğunu bildiğin içindir. Sen tanrısın ve kulsun. Çünkü sözleşmenle kendini Tanrıya bağladın. (19)
O halde Hak’taki sıfatların hepsi mahlûkta da bulunur. Mahlûklardaki vasıfların Hak’ta da mevcut olduğu gibi… Şu halde halk, Hakk’ın bütün isim ve sıfatları, hatta onun işitme, görme kuvveti ve bütün nispet ve idrakleri olur. Şayet halk zahir olacak olursa Hak ile örtünür ve ondan batın olur. Bu suretle Hak, halkın kulağı, gözü, eli, ayağı ve bütün kuvvetleri durumuna girer. Eğer Tanrının zatı bu nispetlerden sıyrılmış olsaydı ilah olmazdı. Hâlbuki bu nispetleri bizim varlığımız ispat etti ve yine biz kulluğumuzla ilahı ilah kıldık. Biz bilinmedikçe o da bilinmezdi. (20)

Hakikat budur ki Malik, mahlûktur ve yine hakikat budur ki mahlûk, Maliktir. Bunların hepsi tek bir varlıktandır. Hayır, belki de o tek varlıktır. Ve yine O, çokluk halinde olan varlıklardandır.(21)
O, Hakk’ın gölgesidir. O’ndan belirdi ve her şey Hakk’a döner. O halde Âlem O’dur, yani Hak’tan başka bir şey değildir. Bu takdirde senin idrakine giren her şey, imkân âleminde beliren Hakkın vücududur. Hakkın hüviyeti ondan zahir olması bakımından eşya Hakkın vücududur. (22)

İster Hak ol, ister halk ol; Allah ile Rahman olursun.(23)

İşte bunun için Allah, İblis’e soruyordu: İki elimle yarattığım (cemal ile celal sıfatımla halk ettiğim) mahlûkata secde etmekten seni men eden şey nedir? Hâlbuki o mahlûk (yani âdem) âlemin suretiyle Hakk’ın suretinden ibaret olan iki suret arasında ancak onun birleşmesinin aynısıdır. Bu suretle Hakk’ın elidir, İblis ise âlemden bir parçadır. İblis için bu birleşme keyfiyeti hâsıl olmadı ve bundan dolayı halifelik âdeme verildi. (24)

Continue Reading
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir