Connect with us

DÜNYA

Selçuklu veziri NİZÂMÜLMÜLK’ün Selefi akidesin ‘de olduğu Tarikatlara karşı sert yapısı olduğu ortaya çıktı

Selçuklu veziri NİZÂMÜLMÜLK'ün Selefi akidesin 'de olduğu Tarikatlara karşı sert yapısı olduğu ortaya çıktı

Baykuş internet haber Selçuklu veziri NİZÂMÜLMÜLK’ün Selefi akidesin ‘de olduğu Tarikatlara karşı sert yapısı olduğu ortaya çıktı, Uyanış: Büyük Selçuklu dizinde adından sıkça söz ettiren, Selçuklu veziri NİZÂMÜLMÜLK’ün Selefi akidesin ‘de olduğu Tarikatlara karşı sert yapısı olduğu ortaya çıktı.

Nizâmülmülk bir çok kişinin saygı duyduğu, Selçukluda önemli işlere imza atmış olan büyük ilim sahibinin, Selçuklu Devleti’nde olan bozuk ve sapık olan tarikat ehillerine karşı durduğu ortaya çıktı.

İbn Teymiyye gibi ilim adamlarının SELÇUKLU devletini övdüğü ortaya çıktı.

Selçuklu devletinin yıkılmasına sebep olanların ise ehli tarikat sahipleri, tarikatçıların olduğu belirtiliyor.

Cengiz Han isimli Moğol hükümdarının tarikatçılara verdiği destek ise el yasak, cengiz han yasalarında ortaya çıktı. Cengiz Han devletinin Müslümanlara Karşı’da oldukça sert olmasından dolayı Mevlana isimli Afgan alime destek verilmesinin sebebi ise Müslümanların birliğini ve onlara karşı savaşların engellenmesini sağlamak olduğu bildiriliyor.

Mevlana Nasrettin hoca isimli din alimi olan Ahî Evran’a karşıda savaştığı belirtiliyor.

Ahî Evran’ın Moğollara karşı savaşma isteği yüzünden Mevlana taraftarları yüzünden şehit edildiği ortaya çıktı.

13. yüzyıldan sonra ise farklı tarikatların ortaya çıkması ile birlikte bir çok bölgede ortaya çıkan tarikatların Mâtürîdîlik yöntemi ile çeşitli şekiller alındığı bildiriliyor. Yıkılan Selçuklu ile birlikte bir çok beyliklerin ortaya çıkması ile nefret edilen tarikatçılık insanlara empoze edildiği bildiriliyor.

 

Nizâmü’l-Mülk’ün Vasiyetnâmesi:

Rahman ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla!

[1] el-Hasan b. ‘Alî, ikrârda (bulunmaya) elverişli, tam (yerinde) ve sağlıklı bir akıl ve sağlam bir itikat ile şöyle der: [2] Yüce Allah’ın tek olduğuna, eşi ve benzeri bulunmadığına şâhitlik ederim. Tevhîd hususunda da, tıpkı Ehl-i Sünnet ve selef-i sâlihin icmâsı üzerine(yim). (Bunu) bozmaktan, değiştirmekten ve başka bir şeye benzetmekten sakınırım. [3] [Hz.]Muhammed Mustafâ’yı –Allah ona salât ve selâm eylesin– bütün mahlûkların resûlü tanır ve peygamberlerin sonuncusu bilirim. Bütün dinlerin şeriatı onun tarafından bâtıl kılınmıştır. Bütün peygamberleri –Allah’ın salâtı hepsinin üzerine olsun– hak bilir, hepsini kabul ederim.[4] (Bir) mümine, günahından dolayı kâfir demem. İmân ile (bu) dünyadan ayrılan kıble ehli hiç kimseye, cehennemde sonsuza dek kalmayı revâ görmem. Yüce Allah’ın, fazlı ve keremiyle kullarını bağışlayacağına ve onları cehennemden cennete getireceğine inanırım. [5] Bütün melekleri –(Allah’ın) selâmı hepsinin üzerine olsun– kabul eder ve bunu söylemeyi vacip bilirim. [6] Sahabeler –Allah’ın rızası hepsinin üzerine olsun– hakkında iyi söz söylerim;

Onlardan hiçbirini kınamam, hiçbirinde bir kusur görmem, hepsini severim. Sırasıyla Hulefâyı Râşidîn’e sevgiyi eşit bilir, onların önceliğini art arda yazıldığı şekilde söylerim. [7] (Hz. Muhammed) Mustafâ’nın zevcelerini –Allah’ın salâtı ve selâmı üzerlerine olsun– över ve onlar hakkında iyi itikatta bulunurum. [8] Kur’an’ı, Allah’ın kelâmı olarak kabul eder ve onun kelâmı bilirim –nâsih ve mensûh ve muhkem ve müteşâbih–.

Diğer peygamberleri kabul eder, [9] kaderin iyisini ve kötüsünü Yüce Allah’tan bilirim. Yüce Allah’ın cezalandırdığı kimse, Allah’ın adaletiyle o cezaya mahkûmdur; hakkında zulüm olmadığına inanırım. (Allah) affettiği kimseyi kendi fazlı ve keremiyle bağışlamıştır. [10] Yaşadığım müddetçe, (Müslüman) cemaatin hilâfına hareket etmeyip, imâmların ittifakından ayrılmayacağım. Öldüğüm zaman da bu inançla öleceğim. “Şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. (O) birdir; eşi ve ortağı yoktur. Yine şehâdet ederim ki, (Hz.) Muhammed (s.a.v.) onun kulu ve peygamberidir”. “O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resûlünü hidâyet ve Hak Din ile gönderendir”12. [11] (Eğer) –Allah korusun– son nefesimi verirken kelime-i şehâdet getirecek (olan) dilimden özürlü olursam ve o vakit bu (kelimeleri) söyleyemezsem, kendi yazımla Allah’ı –O tektir, eşi ve ortağı yoktur– ve melekleri –Allah’ın salâtı üzerlerine olsun– şahidim kılarak, buna (kelime-i şehâdete) inancım olduğunu beyan ederim. Bütün bu söylediklerimi Allahu Te‘alâ nezdinde emanet bırakıyorum; zira ona bırakılan emanet zâyi olmaz. [12] İçinde boğulduğum günahların farkındayım.Bu sebeple, eğer Allahu Te‘alâ beni cezalandırırsa, hak etmişimdir.

Eğer kendi keremiyle,aşikâr olan günahlarımı bağışlarsa, rahmet hazinesiyle yakınlarımı hoşnut kılar. Zira onun kereminin –cellet kudretuhu– (ötesinde) yaratıcı yoktur. (Her ne kadar) günahlar çok olsa da, af daha fazladır. “Cömert olan, olabildiğince affeder”. [13] (Hz. Muhammed) Mustafâ’nın –salât ve selâm üzerine olsun– şefaatinden ümitliyim. Hayatım boyunca hep korkular ve ümitler içinde yaşadım. Hayat denizinde sahile ulaştım ve bu şekilde de gidiyorum. Her ne kadar günahım çok olsa da, Yüce Allah’ın kereminden ümidim daha fazladır. Men edilmiş büyük ve küçük günahlardan tövbekâr ve geçmişteki günahlarımdan pişmanım. Günahları tekrarlamamaya yemin ettim. [14] Kardeşim fakîh Ebu’l-Kasım ‘Abdullâh b. ‘Alî’ye; dünya malı (mirasım) hususunda Yüce Allah’ın vacip kıldığı doğrultuda hareket etmesini, hak sahibi her evladın hakkı hususunda adaleti yerine getirmesini, her zaman doğruyu uygulamasını, taraf tutmamasını, kayırmada bulunmamasını, kimsenin hakkını kimsede bırakmamaya riayet etmesini, çocukları küçük olan anneleri evlendirmesini ve bu çocukları yanına alarak onlara sahip çıkmasını, eğitim ve terbiyeleri için çaba sarf edip onlara şefkat göstermesini, vefat etmem durumunda yas teamüllerini yerine getirmesini ve (geride) kalanları, özellikle de kadınları teselli etmesini vasiyet ettim.

[15] Saraya gelip Türk ve İranlı (Turk u Tâjîk) dostlarımızla görüşerek onların vasıtasıyla, sultanın yüce meclisinin huzuruna çıkıp desin ki: “O yaşlı (Nizâmü’l-Mülk) bana dedi ki, ben bu devlete çok önemli hizmetlerde bulundum. Bunları yaptırdığım eserlerde görmek mümkündür. Mülkün sahiplerine (sultanlara) muhalefet ve hıyanet etmedim. Hizmetim boyunca hep şefkâtli davrandım. Hazineyi artırdım, halkı zengin kıldım. Devletin düşmanlarını ortadan kaldırdım ve cihanı adalet, insaf ve emniyet ile bezedim. Devletin ve bütün halkın hayrı için yapmış olduğum işler, benim ölümümden sonra ortaya çıkacaktır. [16] Hükümetin sorumluluğu bir başkasına devredildiğinde, benim tahmin ve düşüncem odur ki, benden sonra hiç kimse devlet işlerini bir süre (için de olsa) doğru idare edemeyecektir. –Takdir yüce ve izzetli olan Allah’ındır–. [17] Bu yolda hizmet için bir ömür harcadım. Bu devletin, hizmette bulunan bir kimse ölünce, ondan geriye kalanlara sahip çıkma geleneği vardır. Ben ölmekteyim, –çoğu çocuk (olmak üzere), büyüklü küçüklü– kalabalık bir topluluğu geride bırakıyorum. Onlar hakkında Allah’ın fazlına ve ayrıca, devletin iyi niyetine güveniyorum. [18] Biliyorum ki, benim hizmetimin karşılığını boşa çıkarmayacaklardır.

Şehit hükümdar [Sultan Alp-Arslan]’ın –Allah ona rahmet etsin– benim hakkımdaki vasiyetini göz ardı etmeyecek ve (benden) geride kalanlara sahip çıkacaklardır. Eğer yüce meclisin taahhüdü olmazsa, onların (koruyucu) perdesi yırtılır; Zira benim gelir ve giderim gizli değildir. Geriye, güç ve şerefle dolu bir dönem bırakmaktayım. Bir işim, biraz kepeğim (buğday), bir miktar keseğim (toprak) ve birkaç gulâmım vardı ki, onlardan bir çare olmadı. Bunlardan başka gizli saklı bir şeyim olmamıştır ve yoktur. [19] Tûs (vilâyeti) halkının iyilik bulması için, maiyetten, iyi yaradılışlı ve iş bilir birisine bağışlanmasını arzu ediyorum. Hilâfet makamından menşûrlu üç dört köy (de buna dâhildir). (Bu hususun) yüce mecliste imzalanacağını ve (buraların, bu) hâdimin evlatlarına bağışlanacağını ümit ederim”. Ayrıca (bu vasiyetin) hükmünde her ne müşâhede ediyorsa, yerine getirsin ve (bu dostlarına) yardım etsin. [20] Söylediğim ve yazdığım bu vasiyetleri muhafaza etsin. Tek olan Allah’ın kısmet ettiğini (nasibini) korusun. Hak ve doğru yoldan ayrılmaktan sakınsın.13 Şu âyeti daima gözünün önünde ve gönlünde tutsun: “Geriye eli ermez, gücü yetmez çocuklar bıraktıkları takdirde (halleri ne olur diye) korkacak olanlar (yetimlere haksızlık etmekten) korkup titresinler. Allah’tan sakınsınlar ve doğru söz söylesinler!”.14 Bizi dua ve sadakalar (hayırlar) ile yâd etsin! –Yüce Allah dilerse–.

Continue Reading
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir